Evlere Kuaför Hizmeti

Faiz koridoru, merkez bankasının gecelik borç verme faizi ile borç alma faizi oranları arasındaki farktır... Bazen kendimi, okuduklarımı 'bir bilgi yarışmasında sorulabilir' diye aklımda tutmaya çalışırken buluyorum. Mini çakalvari bu tutumum yüzümden kendimden soğuyorum. Yine sırf bu yüzden, acayip acayip şeyleri bilip orada burada bilgili kültürlü bir yaşlı kadın gibi ahkam kesebiliyorum, ki kültürlü yaşlı kadın sevmem. Yaşlının saf, tonton, kısa boylu ve biraz tombulunu tercih ederim. Dikkat ederseniz, yedinci sanat sinemada kötü yaşlılar kısa boylu ve tonton değil; uzun ve cin gibidir.

Şehirde her taraf dershanalerle dolu, üniversite için, KPSS için. Bir KPSS dershanesi, son sınavda başarılı olan öğrencileriyle ilgili dev bir branda yapıp binasına asmış. Son sınavda bir birinci, bir üçüncü çıkaran dershane, afişine "Başarımız bu afişe sığmadı! meh meh meh.." yazmış. Alt tarafı iki derece çıkarmış, ama kalpten nerd bu öğrencilere plaket verirken fotoğraflarını çekip afişe bastığından afiş baygın dört insanla dolmuş. Dereceye girenlerden biri de, üzerine dershanenin ismi yazan beyaz tişöt ve şapka giymiş. Öteki belli ki kabul etmemiş bu zevksiz tişört ve şapkayı, kendi gömleği üzerinde. Ben işveren olsam, o beyaz şapkalı-tişörtlüyü işe alır mıyım? Bayık şey. Almam. Ya da belki en sadık, en uyumlu çalışan o olur, almalıyım... Al işte! Ben işveren miyim, olmak mı istiyorum? Hayır. Nedir bu gereksiz düşünceler?

Hollanda'daki güpgüzel bir yılımı bitirip Ankara'ya döneli ve derhal işe başlayalı bir yılı geçti. Artık "geçen sene bugün ne yapıyordum?" diye düşününce, "aynı burada bu işi yapıyordum" diyebiliyorum. :(

Diğer yandan saç boyama (başkasının saçı), saç kesme (pötürgemin kıvırcık saçları), röfle/balyaj yapma (kardeşimi sarışınlaştırma) ve balık sırtı, balık kuyruğu gibi kırsal saç örgüleri (kendim dahil) konusunda kendimi geliştirmeye devam ediyorum. Bir gün bankacılığı bırakıp kuaför olabilir miyim? Kaş da alabiliyorum!


Cuma 4+1'dir.

Perşembe tatil yapınca, Cuma bir garip oluyor. Cuma’nın alamet-i farikası neşesi, ki o biraz da sinirli bir neşedir, nihayet Cuma’nın çalışmanın son günü olduğunu bilmekten ama biraz da günlerdir çalışıyor olmaktan geliyormuş bana kalırsa. Akşam dağıtabilirim, ne olsa toparlayacak iki günüm var. Sabah uyuyabilirim, saati kurmadan, alarmın bet sesini duymadan. Uyanınca uzun uzun, buharlı, yavaş çekim banyo yapabilirim, diye düşünmenin tatlı neşesi ve dört gün mesainin üstüne son bir gün daha hala çalışıyor olmanın, işyerinin bütün o hırgürünün, uç uca eklenen telefonların, floresan lambaların, gömleğin, ceketin siniridir biraz da Cuma.

Dün 19 Mayıs diye tatil verdiler biz 9-6 bordrolulara, ben de aksi gibi hamama gittim. Ferah nefesi kaynar su buharıyla takas edip, natırın güçlü ellerine tezat tatlı sözlerine (“Dön aşkım…”) açıp buğulanmış zihnimi, kendimi bir Elif Şafak romanı içinde hayal ederek yumuşadım, mayıştım, pelteleştim. Akşam, hamam sonrası kendimi sakınmadan yağmurlu Ankara sokaklarında yürüdüm sevgilimle. Kürkçü dükkanında, çalan şarkıyı kimin söylediğini tahmin etmeye çalıştım (“Bruce mu bu?”) . Doğru bildim, biramı aldım: “İç aşkım…”

Bes dakka daha...

Kis uykusu opsiyonel olsa vallah yatardim. Kis boyunca, 3-4 ay neyse, yataktan cikmaz, kimseye masraf olmazdim. Kalin corapmis, dudak nemlendiricisiymis, sicak sarapmis gerekmezdi boylece. Bi ortopedik yastik, bi yorgan bilemedin polar battaniye kafi gelirdi. Uyanma zamani gelince de alarmi bir iki kere erteler, sonra sessiz ve sakince uyanirdim. Hem ayilar bile zayifliyor kis uykusunda, ben kimbilir dal gibi narincik olurdum...

Kadinlar Sicak Sever

Erkekler de soğuk çorbadan hazzetmez ama genel kadınlar soğuktan korkar. Genel kadın derken İngilizce "women in general" havası yakalamaya çalışıyorum ama öyle gibi olmuyor. Bahsedeceğim şey, altı bezlenmiş hissiyatı veren çıtçıtlı body; pantolon altı ince külotlu çorap; otobüslerde uçaklarda klimaların, dolmuşlarda camların kapattırılması, cereyandan kaçıp ter kokusundan kaçılmaması.

Bense üşümeyen kızların ince, tiril, hafif giysilerde salınabildiklerini; hasta olup aksırmak öksürmek yerine tatlı sesleriyle gülüşebildiklerini; bellerinde tişörtün altından kırık beyaz atlet yerine bronz göbek üzeri sarı ayva tüyü göründüğünü fark ettiğimden beri;

1- gay miyim, bu nasıl bakıştır dedim ama bundan ötürü bir rahatsızlık duymadım
2- hava nasıl olursa olsun, ben de ince giyindim; üşümüyorum dedim.

İncecik, minicik bir gecelikle uyuyanla; kadife pijamayla uyuyan bir olur mu?

Nitekim, doktor kardeşimin geçkin çıtır hanım profesörü de kışın başında bir kutu demir hapı içer, üşümemeyi garantilermiş. Hatta New Yorklu kızlar, kışın bellerine yakı yapıştırıp, çorapsız mini etek giyerlermiş.

Yakı deyince insanın aklına beli ağrıyan babası, yengesi geliyor; dikkati dağılıyor…

Bense iş yerinde "üşük" kadınlardan kaçamak, hep kapalı duran camı açıp Kızılay'ın korna gürültüsü ve külüstür otobüs sesleri ile karışarak göğsüme gelen, çok değil hafifçe temiz kokan kış sonu - bahar başı serin havasında Amelie'ye taş çıkartacak bir bahtiyarlık duyuyorum.

Çalışan İnsanın Istırabı

Yatak odama siyah perde taktım, anne karnı gibi kuytuluk oluyor yatak. Oda doğuya baktığından, perde açıksa sabah güneşi en sidiklimize vuruyor.


İş yerimde çalışma saatlerinde sandviç yemek yasaklandığından beri, sabah hamur humur yolda tıkınarak yürüyorum işe. Yanımdan gözlerinin üzerine farla manzara resmi yapılmış kadınlar, kokoş genç kızlar geçiyor. Bu kokoşlukla gittikleri dershane işe yaramaz, sınav kazanamazlar diyemem. Kokoş candır. Ben kokoş kız kardeşimden öğrendim kaşların uzun uzun, yay yay veya köşeli olmasının yüzü “kart” gösterdiğini. Bebeklerin, küçük kızların nasıl olur kaşları? Dağınık, kısa, düz. İşte bir baby face sırrı… Yanımdan türlü türlü kızların geçmesini seviyorum. Sabah başkalarının da uyanıp bir yerlere gittiğini, gidebilmek için berelere atkılara büründüğünü görmek bana moral veriyor.

Ofisimde oturuyorum. “Amirim”den çok korkuyorum. Karşısındayken, kalbim heyecanla çarpıyor, dilim damağım kuruyor, oturup içimden tekrar ediyorum ezberlediğim bilgileri. Benim amirim soru sordu mu, cevabını almak ister. Geçen gün odasında uzun zaman geçirmem gerekti, anladım ki ben onu normal bir insan olarak değil, korkulacak bir insan gibi görüyorum. Yapma yavrum dedim kendime. Bak o da küt saçlı bir kadın. Bak yüzük onun da parmağını sıkmış.

Öğlen oluyor, her gün bir başka arkadaşımla öğlen yemeği için randevulaşıyorum. Genellikle iş arkadaşlarıyla, genellikle işten veya amirlerden bahsederek yemek yiyoruz. Ben ara sıra kaşlara getirmeye çalışıyorum konuyu. Şimdiye kadar sadece bir arkadaşımı ikna edebildim kaşlarını düz-kısa yapmaya. O değil de, bıyığını almayan kızı buna ikna etmek çok zor. Oysa bıyıklı kız, kedi gibi. Tweety’nin peşinde koşan beceriksiz Slyvester gibi. O değil de, Tweety dişi miydi erkek miydi?

Bugün ateş beni çağırdı, whopper yedim. Dönerken vay dedim, ne kadar soğanlıydı ki bu zıkkım, böyle yanıyor gözüm boğazım. Bunu duyan arkadaşım ne dese beğenirsin: “Benim de yaniy EdWd, bak etrafa insanlar da bir nahoş…” Derken anlaşıldı, “torba yasa” eylemcilerine biber gazı sıkılmış, gaz göze görünmez ama kokusu kalmış…

Varam da çay içem.

+1

+1'ci insanlar var. Senin başın ağrıyorsa, o migrendir. Senin karnın ağrıyorsa, o ülserdir. En çok sorunlarını yarıştırmayı severler ama genel olarak her şeyde onlar bir level üsttedir. Sen saçlarını kestirirsin, o yıllar önce o modeli yoktan varetmiş de uygulamıştır, hatta hatta o çevresinde o saç modeliyle anılmıştır! Sen bir çocuk doğuracak olsan, o peşpeşe doğurur ve heyhat, onun iki çocuğunun sinerjisi, başkalarının iki çocuğundan daha fazla bir şeydir... Sen de acıktın mı? O bir danayı bile yiyebilir.

Suskindien

Burnum hassas. Kokulari onemsiyorum. Yillar once bir sehirde bir kolonya surdum, sonra sevdicegimle ayri dustum diye bugun o kokuyu koklayamiyorum. Gozumun onunde canlanan Amsterdam'ı Paris saniyorum. Bir kokunun hatirasinda butun guzel sehirlerden kaciyorum.
Benim Paris'i sevmeyen arkadasim var. Anneme gore herkes opusuyor. Baska anneye gore orda cok zenci var. Metrolari nasil da sidik kokuyor.
...benim supurge saclim, ne kadar kotu kokarsak o kadar iyi*.
Avcumda uzerine gittigim kolonyanin kokusu. Kimbilir bu gece ne ruya gorecegim? Bu aralar yakinlastigim iki arkadas da sokakta 'okuyarak' yuruyor.
Burnum hassas. Yeme iki gun once bile sarimsak. Ruyama giriyor.
*Can Yucel

NOT: Günlerden 8 Eylül 2011, bu sabah bu melun kolonyadan sürünmüş üç insan geçti yanımdan...


The quick brown fox jumps over the lazy dog

Elinize bir kalem alıp nasıl yazıyor diye bakarken,
bilgisayarda bir yazı karakterinin nasıl göründüğüne bakarken,
farklı bir ses tonuyla konuşmayı denerken
Bir cümlesi vardır herkesin düşünmeden söylediği
Lorem ipsum lorem ipsum
Siz ne dersiniz?

Küçükken ben "aslında öyle değil" derdim
Şimdi baktım ki "gidelim buradan" diyorum
Lorem ipsum da ağzına tüküreyim zaten
"Pain itself" demekmiş

Sevmiyorum çalışırken ne bilincin altını
Ne de zırıltılı gürültülü üstünü.


Serbest çağrışımın hastasıyım.