Klip kedisi gibi kedim oldu

Ama isim bulamiyorum! Kiz olsa Refika diyecektik. Erkek ismi dusuncelerimiz soyle ama her birine bir kulp takiyorum.
Orhan, Aytek, Tanju, Eyup, Jan, Sise (ringo ringo siselerdeki)...
El yardim!

Edit 24.09.2010:
Kedinin ismi Orhan Veli Tanju oldu. Ben Orhan diyorum, ağır bulan Tanju da diyebilir. Ama Orhan Veli ağır bir kişilik değil ki...

Musikişinas

Musiki yönüm zayıf. Her şeyden önce müzikal bir yeteneğim yok. İnce notayı kalın notadan ayıramadığım gibi, ince / kalın nota diye bir şey var mı onu dahi bilemiyorum. Ama bunun ötesinde eksiklikliklerim de var. Mesela bir şarkıyı, bir sesi, bir tarzı kolay kolay öğrenememek, onu bundan ayırt edememek, bayık şarkılardan vazgeçememek... En sevdiğim tür ince & tatlı sesli (daha ziyade sessiz) indie* bayanlar (Blonde Redhead, Regina Spektor My Brightest Diamond, Polly Scattergood... - al birini vur ötekine), şarkı içinde değişen melodiler (bir sürü böyle şarkı varsa da favori bir örnek olarak Happiness is A Warm Gun diyelim hadi), balkanlardan gelen oynak melodiler ve ne yazık ki İspanyolcalar (bundan biraz utanıyorum ama herhalde Lhasa'nın arkasına saklanabilirim).

Bununla birlikte ta çocukluktan beri Sezen Aksu aşığıyım, peygamberane, anne yarısı... Kulağıma böyle böyle yerleşen, annemden miras bir Türkçe müzik sevgim de, itiraf ediyorum, mevcut. Hollanda'dayken pötürgem hiç alışık olmadığından pek Türkçe dinlemiyordum ama yine de Primavera arkadaşım ne zaman bana gelse beni Türkçe dinlerken yakalıyordu. Yabancı bir memlekette kendi dilinde müzik dinlemek de bir tuhaftır. Shuffle çalan liste pencereler açıkken Türkçe'yi bulunca utanır, kısardım müziğim sesini. Hollanda'daki, Almanya'daki gurbetçileri bir arabaya doluşup pencereleri açmış, İbrahim Tatlıses'le sokakları inlerek gezerken az mı gördük.

Hatta Berlin'de inanması güç bir şeyle karşılaştık. The Story of Berlin müzesinde, Berlin'de yaşayan topluluklarla ilgili bir bölüm vardı. İşte Yahudi cemaati şöyledir, Hristiyanlık böyle gelişmiştir, Müslümanlar şöyledir diye tarihi, demografik bilgiler, resimler... O bölümün ortasında üç tane çekmeceli konsol vardı. Biri Yahudilerle, biri Hristiyanlarla, biri Müslümanlarla ilgili. Konsolların her bir çekmecesi bir konuya ayrılmış. Mesela cenaze çekmecelerinde bu dinlerdeki cenazelerle ilgili nesneler var. Tespih, örtü, fotoğraf, çekmeceyi açınca çalan dinlere özgü cenaze müzikleri. Bizim için büyük sürpriz düğün çekmecelerindeydi. Hristiyanlarınkinde (yanlış hatırlamıyorsam) bildik düğün marşı, Yahudilerinkinde oynak bir şarkı ve neşeli insan sesleri duyuluyordu. Müslümanların düğün çekmecesinde ise ses olarak bir araba konvoyunun korna ve hay huy bağırış gürültüsü vardı!! Türkiye'de yaygın, kolların araba camından sarktığı, bol kornalı klaksonlu konvoylar Almanya'da da yaygınmış demek ki... Kıroluğumuzdan utandık, sinir olduk...

Musikişinas başlığıyla pek alakası yok, ama o müzede gördüğümüz, bizi şaşırtan bir şeyi daha yazmak istiyorum. Yine aynı bölümde, duvarda aşağı yukarı şöyle bir yazı okuduk: "Berlin'deki Müslüman cemaati, Milli Görüş Cemaati öncülüğünde varlığını sürdürmektedir". Duyduk duymadık demeyin.

Böyleyken böyle. Hollanda'da uzak kaldığım Türkçe müzikle Ankara'da kucaklaştım. Ben yokken, Sertap Erener Rengarenk diye eğlenceli bir cover yapmış. Demet Akalın "Hayalim üç kelime, o da şöyle: Evli mutlu çocuklu" diye tercüman olmuş dişi gönüllere. Hande Yener tarzını yumuşatmış, ılımlılaşmış. Serdar Ortaç yine anlaması zor (bknz; Poşet), aşırı vurgulu, bol sert sessizle dolu (hayatınndann mikkroppları att) şarkılar yapmış. Bana göre hiçbir çekici yanı olmayan, Serdar Ortaç'ın gün görmüş hali Tarkan da yine banal bir albümle ortaya çıkmış. Tarkan'ı geç, diğerleri eğlenceli. Ama en çok Soner Sarıkabadayı'yı (sanırım daha modern olsun diye bunu SRKBDY olarak yazıyor) sevdim. Neden bilmem Murat Boz (güllü lokumlu) bu Soner Srkbdy'yı yanına almış. Birlikte çıkıyorlar, bir yandan arzı endam, bir yandan clubber-stayla veya duygu-yoğun şarkılar söylüyorlar.

Bu küçük kafamla oldum olası Türk filmlerini de çok severim. Daha ilkokuldayken Hülya Küçyiğit'in Senede Bir Gün filmini izleyip, birisini senede bir gün görerek bir ömür sevme duygusunu anlamıştım! O ağlak şarkıyı bile sevmiştim; nasıl anlar ki el kadar çocuk "adını anmaktan yansın dudağım" sözünü! Çocuğum dinlesin böyle müzik, vururum ağzına. Eğer siz de daha küçükken Levent Yüksel'in yanık sesiyle bağıra çağıra söylediği şarkıları sevdiyseniz, Aysel Gürel sizin zihninize de tutkuyu kodladıysa bu şarkı sizin için gelsin.

Buz  / Soner SRKBDY
http://fizy.com/#s/195u0c

* Indie'yi Hintçe müzik zannediyorsanız, benden gerisiniz - söyleyim.

Sansli olmak

Annem sabunlu suyla kopuk yapip vantilatorun onune ufluyor. Salonumuz kosan kopuklerle doldu...

Kızlar, lafım size!

KuzeyGüney ile Primavera kod adlı kızlar, kulak verin. Piroy'la Sinom'un anlattıklarını dinlemenin keyfi başla. Hikayenin bin türlüsü onlarda.

Tapirim sen de dilbazsın, ama senle daha çok el şakası yapmayı seviyorum. :)

Hamiçkom fazla laubali olmadan yazıyor bir şeyler. Diğer bankacı kızlar genelde "bügün sıkıcı" "bugün güzel" yazıyorlar. (Hiç yoktan iyidir.)
Ama eyy KuzGuny, ey Primadonna! Siz blog da yazıyosunuz. Lütfen twitter'a da girin. Ben işyerinde biraz sıkılıyorum aramızda kalsın. Google Reader'ın renkli dünyasına bankada dalamam. Ama twitter'a minik minik bakabilirim. Nolur siz de bir şeyler yazın. 

Twitter'dan gözüme çarpan, popüler karemelalardan size ipucları (C ile)

- İçim ürperiyor, ya evde yoksam?.. (Sürreel titreme...)
- Beni... beni.. beni.. Bihterini!.. (Bu da böyle yerleşti .Bak Yiğit Özgür bile çizdi. Uuu benim ağlayasım geliyor inan olsun.)
- Orda kızlar teklif ediyormuş .:)


Gaza geldim. Popüler şeylerden bahseden insan olmaktan çekinmeden utanmadan biraz daha gevreklik yapayım... Beren Saat, şimdi de "Fatmagül'ün Suçu Ne?" diye bir dizide oynayacakmış. Aşk-ı Memnu final bölümü gününde Lost ile aşık atmış, twitter worldwide trending'de bir numeroya oturmuştu. Fatmagül de öyle olursa, Fransızlar nasıl Letişya Casta'nın heykelini yaptıysa, biz de Beren Saat'in minili topuklu bi heykelini yapalım derim. Sonra Beren (yaşıtım) gitsin Afrika'dan evlatlık çocuk alsın bence. Anjelica Joli'si gelse tanımam. 

Kavak Yelleri'nde Efe dirildi. Milyonlar Bihter'in mezarı başında. :D
(Bu da twitter'dan ama kim demişti..? @mayonezseverim?)

Home Town

Eylül bile geldi! Ben de Ankara'ya geldim. Anneme, saçlı kardeşime, çocukluk arkadaşlarıma ve sevgili Küçükesat'a kavuştum. Küçükesat il olsa, kütüğümü hemen Küçükesat'a alırım. Küçükesat'a muhtar olsam konut kredisi taksidimizi ödeyebilir miyiz? Bugün nurtopu gibi bir borcumuz oldu. Kırk yaşımıza kadar ödeyeceğiz adeta. Bir aralar yirmi yıl vadeli konut kredisi veriyorlardı. Kriz olup, emlak balonu patlamasaydı ben de bugün elli yaşıma kadar ödeyeceğim bir borca imza atmış olacaktım. Düşüncesi bile bir garip... Yiğit kamçıdan ne hazlar alacak henüz bilemiyorum ama her genç kızın hayal ettiği gibi anne evine yakın bir ev buldum. Lahana sarmasından ayrı kalamam. :)

Pegasus'la altı saat rötarlı geldim İstanbul'a. Groningen'de giymişim üstüme H&M'in kat kat penyelerini, bir kot ceketi, bir de polar yeleği. İstanbul'da çıktığin anda uçaktan, sanki sıcak bir hayalet geldi arkadan sarıldı bana. Kamil Koç Ataşehir'de otobüsün altında kalıyordum. 44 kilo bavulum bir ara hakimiyetimi ele geçirdi. Ankara'ya geldim. Güneş, çocukluk çizgifilmindeki Road Runner'ın koştuğu yollarda parladığı gibi parladı gözüme. Sıcaklığa inanamadım. 
Geldiğimin ertesi günü bankadaki işime başladım yine. Mesaimin ilk anlarından itibaren fırçayı tattım. Oh dedim.
3000 km öteden getirdiğim şarabı Gg ve Zz ile içtim. Buddies forever. Altın Kızlar.
Tapir ve sevgilisi ile güldüm. Ben de Haydar'la buluşucam. Yaşasın kaos.
Saçlı kardeşimle Ebru Şallı'dan bahsettim. Üç hafta sonunda, anca bu sabah anladım halısının üstünde durup duran mavi lastik bandın ne olduğunu. Cizıs pilates!
Kendi elciklerimle Uykusuzlar Penguenler aldım. Ama Ender Yıldızhan nerede?
Ben giderken Var mısın Yok musun vardı, ben yokken yokmuştu, ben geldim yine var. Küçük hissediyorum.
Bir de referandum var. Çok cazibeli bir arkadaşım te İsveç'ten hayır demeye geliyor. Recepler olmasın.

Hollanda'dan ayrılalı yaklaşık üç hafta oldu. Orada hepsi bilim insanı (valla) güzide gençlerden olşan ama bir şokella, bir marşmelov bir tayfa vardı. Elleri işte göz oynaşta, nasıl naif. Bir görsen nasıl yakışıyor Grolsch, Hertog Jan ellerine. Saçları kıvır kıvır, gözleri kocaman. Bi kek yedik birlikte, birisi dörtte üçünü yediği kek dilimi için "45'ini yedim" demişti düşün ki, saat hesabı. Biri kekin kalanını atmıştı korkudan. Bir başkası o sıralar Paris'te metroda makyaj yapıyordu. Bu blogu daha ziyade onlar okuduğu için, bence böyle özel şeylerden bahsetmenin bir mahsuru yok. İşte o tayfayı ben hemen özledim. Nasıl da yakın olmuşuz hemen. Şimdi böyle ayrı gayrı olmak saçma geliyor... Keşke Ankara daha büyük, daha güzel olsa hepsi buraya gelseler... 

Pötürgem tezini bitirmeye çalışıyor. Evimin direği, onu nasıl özledim anlatamam.

Günler geçiyor. Bence mahsuru yok.