Çorbaya dönüşen balkabağı (yani iyi bir şey)

- Bol resimli


Yine bisikletlileri izledim önce. "Ne kadar uzunsunuz Hollandalı adamım. Oniki dev adamı çıkarırsınız cebinizden. O kocaman bisiklete de şirin-bisikleti şirinler gibi biniyorsunuz..." diye mırıl mırıl düşünürken içimden, pembe bisikletli bir dev adam gördüm. Ne güzel! Benim bir de pembe bisikletim çalınmıştı, Ankara'da apartmanın içinden.
Sonra daha önce gördüğüm bir güvercini ikince kere gördüm, tanıdım. Sağ ayağı kopuk, çolak Nadya. Bir dişinin peşinde aksak aksak koşup gurr gurr kur yapıyordu. Hey be!..

Tavuk Suyuna Çorba tadında, yüreğe şifa bir gün yaşıyorum derken bir teyze gördüm. Kelebek bağlamış baş örtüsünü, ama sarışın, uzun üşüyen bir Hollandalıdır kanımca. Elektrikli motorlu sandalyeyle ilerliyordu kaldırımda.  Burnu patates kadar olmuş yaşlılıktan. Islık çalıyordu.
Hey Allah'ım! dedim, inek desenli bir çanta satan dükkanın önünden yürüdüm. Bar Pasific'e girdim. İçerisi bomboştu. Barmenler neşeyle selam verdiler. Konuşmak zorunda hissettim kendimi. "Arkadaşlarımla burada buluşacağım" dedim. Onlarsa "sadece biz varız, bizimle arkadaş ol" dediler. Hollandalılar böyle sarı lüleli, pembe yanaklı, çakır gözlü ya kıroysalar bile anlaşılmıyor. Rahatsız olmuyoruz böyle sözlerinden. "Tabi" dedim, "ama çıkıp bakınayım arkadaşlarıma, hem biraz da hava alayım." Köylüsü şöyle. Bu temsili resmin erkek versiyonunu tasavvur edin. Zararsız görünüyor değil mi. Ama sevimsizleri de yok değil, beş parmağın beşi bir mi...

Sonra arkadaşlarım geldi, sonra biraz daha geldiler. Barın serin bahçesinde, Haziran ortasında kışlık montlarla oturduk. Yedi kişi sekiz duble patates kızartması yedik*. Dün ilk defa** iki İtalyan ile birlikte oturmuş, yemek yemiş oldum. İtalyanca'ya feci özendim. Brf  "olsun biz de ne güzel Türkçe konuşuyoruz" diyerek beni avuttu ama zaten bugün kardeşim, benim bilmediğim bir tabir kullanmıştı. "husule geliyor" diyerek beni hem kıvanç hem gıpta duygularına sürüklemişti...

Brezilya maçı devam ederken evime yürüdüm. Pötürgemle yemek yedik, çalıştık, House MD izledik. Wilson's Desease hastasında irisin etrafında bakır birikmiş olmalıydı hıh deyip, altı sezon sonucunda bir dönem tıp okumuş kadar olduğumuza kanaat getirdik. Sarılıp uyuduk.

* Zilli Kate Moss'un sarf ettiği "nothing tastes as good as skinny feels" vecizini duyduğumdan beri, bira patates karşısında boğazım düğümleniyor. Yudamıyorum. 
** Aynı iki İtalyan'la EBD'nin doğum günü için toplandığımız gün de yemek yemiştik ama o zaman teknedeydik. Ayağımız yere basmıyordu ve yedi milletten insan EBD için oradaydı. İtalyanlar arada kaynamışlardı. O saylanmaz.


-- pink bike by FNA, pigeon by Chris Hepburn, Kate Moss & Gandhi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder